Muğla Son Dakika Haber
Muğla
AÇIK
20°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Bulgaristan’da “Zor Zamanlarda “ İki Kelime Türkçe Duymak

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

1989da Bulgaristan’dan gelen kardeşlerimizden bazıları Balıkesir Üniversitesi’nde de işe alınmıştı. Bizim okula da, BTİOYO(Balıkesir Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu), biri bayan dört kardeşimiz işe alınmıştı. 

Hemen onları sahiplenmiş, dertlerine ortak olmaya çalışmıştım. Bunlardan birisi de Kırcalili Ümmü Teyzemiz idi. Bir öğle arasında bana şunları anlatmıştı:

“Zor zamanlardı. İsimler zorla değiştirilmiş, Türkçe konuşmak kesinlikle yasaklanmıştı. İsim değiştirmek istemeyenler hapsedilir, işten atılırdı. Türkçe konuşanlara çeşitli ağır cezalar uygulanırdı. Korku dönemleriydi.

Bir gün ağır hastalandım. Kırcali Hastanesi çare bulamayınca, beni Sofya Üniversitesi Hastanesine sevk etti. 

Yirmi kişilik bir hastane koğuşunda en dipte yatıyordum. Yanımda gene benden önce yatmış olan bir başka Kırcalili yatıyordu. O da Türk idi. Ama birbirimizle Türkçe konuşamıyorduk. Tek kelime konuşsak hasta olduğumuza falan bakmayarak hemen hastaneden dışarı atılırdık. 

Diğer hastalarda tembihlenmiş olmalı ki hep bizim konuşmalarımızı dinliyorlar. Ya da korkudan bize öyle geliyordu.

Tedavi hemen başladı. Yattığımın ikinci günü içeri çok sert, hiç gülmeyen bir profesör ve otuz kadar da öğrenci girdi. Hoca her hastanın ayakucundaki kimliğimizi, nerden geldiğimizi ve hastalığımızın seyrini gösteren levhayı alıyor, öğrencilere hastalığı anlatıyor, nasıl teşhis konduğunu, nasıl tedavi edilmesi gerektiğini anlatıyordu. Bulgar öğrenciler notlar alıyor. Hoca Bulgarca diğer hastaya geçmelerini söylüyor, bu sefer o hastayı inceleyip anlatıyordu.

Yanımda benden önce yatmış olan diğer Türk arkadaş yavaşça kulağıma, hocanın da bir Türk olduğunu söyledi.

Korkuyorduk. Ağzımızdan tek kelime Türkçe söylememek için dikkat ve gayret ediyorduk. 

Sıra bana geldi. Hoca benim hastalık kâğıdıma baktı. Öğrencilere bir şeyler anlattı. Elindeki levhaya bir şeyler yazarken, öğrencilere diğer odadaki hastaların yanına geçeceklerini söylerken elinden kalemini yere düşürdü. Eğildi. Kalemi yerden alırken kulağıma, sadece benim duyacağım bir sesle Türkçe “Geçmiş olsun.” Diye fısıldayıverdi.

Aman Allah’ım. Uçuverdim. “Türkçe” duymuştum. Anadilimde bir kelime buymuştum. 

Sanki bahar geldi. 

Sanki odaya ışık doldu. 

“Türkçe” duymuştum.

Sanki birden iyileştim. 

Sanki aydınlanıverdim. 

“Türkçemi” duymuştum. Dünyalar benim olmuştu. 

Sevincimi orada hiç kimse ile paylaşamazdım. 

Ama o gün, orada, Bulgar hastanesinde Türkçe bir şeyler duymuştum.

Uçtum sevinçten, mutluluktan. Sanki göklere savruldum. 

Anadilimi duymuştum. Türkçemi duymuştum.

Ben hayatımda Türkiye’me ayak bastığımın dışında hiç o günkü kadar mutlu olmadım.”