İSTANBUL’DAN
Ayasofya Camii.
On beş günden beri İstanbul dayım. Bazen evde oturuyorum, bazen dolaşıyorum. Güzelim İstanbul un güzel yerlerini dolaşmanın tadına doyum olmuyor. Şehir ve kültür kavramlarının dünyada birbirlerine bu kadar yakıştığı ve onları kazandığı şehrin İstanbul olduğundan hiç kuşkumuz yok. Çünkü İstanbul bütün hususiyetleri ile eşsizliğin bir arada ve doruk noktada bulunduğu bir dünya şehridir. Hiç abartısız ve gururla söylemek gerekirse İstanbul la kıyaslanabilecek ve bir bütün olarak ondan daha üstün özelliklere haiz bir başka dünya şehri yok. Dünyada iki kıtada toprağı olan tek metropol.
İstanbul, başlı başına bir ülke gibi, 16 milyonluk nüfusuyla sanki iki Yunanistan gibi. Burada devamlı yaşayanlarla beraber, dışarıdan misafir olarak gelenleri sayarsak ülkemiz nüfusunun beşte birinin burada olduğu görülür. Burada yaşamak başlı başına bir stres. Büyük şehirde yaşamanın derdi de büyük oluyor. Burada ki hayat ve çalışma şartları, günlük koşuşturmalar, kalabalık ve bilhassa trafik yoğunluğu insanların hayatını alt üst ediyor. Dışarıdan bakıldığında burada yaşamanın ne kadar zor olduğunu daha iyi görebiliyorsun. Bazen etrafımızdakilerden duyduğumuz- Bu İstanbul da yaşamak gerçekten çok zor sözüne ister istemez hak verebiliyorsun. Ya birde orada devamlı yaşayanlara ne demeli, demek ki orada yaşamaya alışıyorlar veya mecbur kaldıkları için İstanbul da yaşıyorlar. Dışarıdan her gün onca insanın İstanbul a gelmesine rağmen çoğu insanlarında ya durumu uygun olanlar veya maddi imkânları el verenlerin İstanbul u terk ettiği, bazılarının memleketine köylerine döndüğü, bazılarının da sahil kentlerini tercih ettikleri görülmektedir. Bizim Akçay da ki apartmanda üç komşum emekli olduktan sonra gelip Akçaya yerleşmişler İstanbul a mecbur kalmadıkları sürece adım atmıyorlar. İnsanlar taşı toprağı altın olan bu şehri neden terk ediyorlar. Bunun en büyük sebebi, kalabalık, hayat ve geçim şartları, stres ve bilhassa trafik. Trafik şartları ve ulaşım zorluğu İstanbulluların bitmeyen bir kâbusu adeta. İster toplu taşıma vasıtaları olsun ister özel aracın olsun değişen fazla bir şey yok. Her gün aynı çileyi çekmeye mahkûmsun. İnsan da deyim yerindeyse mangal gibi yürek olması gerekiyor.
İstanbul da ablamlar Pendik- Kurtköy de oturuyorlar..Bir işim için Eminönü tarafına gitmem gerekti. Özel arabamla gitmeye cesaret edemedim. İstanbul un trafiğini ne kadar iyi bilsen, trafik levha ve işaretlerine ne kadar dikkat edersen et yine de şaşırmamak mümkün değil. Yanlış bir yola girdiğin zaman öyle ufak yerler gibi birkaç sokak öteden veya 50-100 metre ileriden geri dönmende mümkün değil. Bayağı bir yol gideceksin ki geri dönebilesin. Ben de özel arabamla değil otobüsle gitmeyi tercih ettim. Kurtköy den bindiğim otobüsle bir saati aşkın bir sürede ancak Kadıköy e gelebildim. Hem işimi görmek hem de İstanbul u tekrar doyasıya bir seyretmek istedim. Kadıköy de fazla değişen bir şey yok, hep aynı kalabalık, limanda vapurlar tekneler gelip gidiyor, sahilde seyyar satıcılar, büfeler, balıkçılar hepsi ekmek derdinde. Eminönü vapuruyla hareket edince etrafı seyretmeye başladım. Her şey aynı, emektar Haydarpaşa tren garı bütün haşmetiyle yıllara meydan okumaya devam ediyor, tek değişen şey yıllar önce yangında yanan çatısının onarılamaya başlanmış olması ama oda halen devam ediyor. Biraz daha ilerleyince sağ tarafta Selimiye kışlası, Tıbbiye mektebi, Karaca Ahmet mezarlığı, Üsküdar, Çamlıca tepesi müthiş Camlıca camii ve Kızkulesi hepsi bir başka güzelliğiyle yerinde duruyorlar. Daha ilerlerde Dolmabahçe sarayı Galata köprüsü, Galata kulesi, sol yana bakınca Muhteşem Topkapı sarayı, mahzunluğu biten aslına-camiye çevrilen Ayasofya, Sultan Ahmet camii ve muhteşem Süleymaniye hepsi birer şaheser, dünya durdukça yaşayacaklar, ne seyredilmeye doyum oluyor, ne de anlatılmakla ifade etmeye yeter. Dünyada bunların eşi benzeri yok. Kısa kış gününde ilk olarak Süleymaniye camini ziyaret ediyorum. Muhteşem Süleyman’a yakışır Muhteşem bir mimar Sinan tarafından yapılan Muhteşem bir eser. Daha sonra yine muhteşem bir eser Topkapı Sarayını geziyorum hayranlığım artıkça artıyor. Sonra Yerebatan sarayı ve Sultan Ahmet Camiini ziyaret etmek istiyorum ama tadilatta olduğu için uzaktan bakabiliyorum. Ve Ayasofya karşımda duruyor. Bir başka oluyor insan. Yıllardır mahsun kalmamın acısını çıkarır gibi nurla parlıyor insanın ruhuna ferahlık veriyor. İçi dışı insan kaynıyor. Zorlukla içeri giriyor yatsı namazını kılıyor adeta kendimden geçiyorum. Manevi bir atmosferin içinde kayboluyorum. Sonra istemeden de olsa ayrılıyor eve dönüyorum.
Ancak bütün bu güzelliklerin yanında beni üzen en önemli şeyde şu. İstanbul un hem Anadolu yakasında hem de karşıda her gün artarak yükselmeye devam eden ve Güzelim İstanbul umun muhteşemliğini bozan yüksek binalar ve gökdelenler. Yazık çok yazık. Üzülerek belirtmek istiyorum ki İstanbul un sembolü olan Cami ve minarelerin yerini şimdi gökdelenler almış, yani İstanbul artık bir gökdelenler şehri olmuş. Ama yine de İstanbul görülmeye değer ve taşı toprağı altın olmaya devam ediyor.